Alex Li Trisoglio
1. Hafta: Orta Yol’un Görüşüne Giriş
Ana Hatlar | 1. Hafta | 2. Hafta | 3. Hafta | 4. Hafta | 5. Hafta | 6. Hafta | 7. Hafta | 8. Hafta |
Giriş [Audio/Video]
Hem şu anda burada olanlara, hem de ses ve video kayıtlarını daha sonra dinleyecek olanlara, “Orta Yola Giriş’e” hoşgeldiniz diyorum. Katılan herkese teşekkür ederek ve bu derslere ilgisi olanların sayısının çokluğunun oldukça uğurlu olduğunu belirterek başlamak istiyorum. 54 değişik ülkeden 1,450 kişi kayıt oldu, ve düşünüyordum da bu keyifli yaz akşamında, Rinpoche’nin de sık sık söylediği gibi, zamanımızı geçireceğimiz o kadar çok başka şey varken, yine de burada oldukça yavan, akademik dersleri dinliyoruz. Ki bu dünyanın diğer ucunda sabahın köründe ya da gece yarısı olanlar için daha da geçerli. İşte size bu yüzden çok teşekkür ederim demek istiyorum, ve burada olmanızı da pek uğurlu buluyorum.
Öncelikle işleyişle ilgili bir kaç not: soru yazmak mümkün, şu anda bazılarınızın da yaptığı gibi ama sayınızın çok olması sebebi ile, webinar esnasında kaç tanesine cevap verebileceğimden emin değilim. Ve diğer bir konu da şu: madhyamaka.com websayfası, önümüzdeki 8 hafta boyunca bizim temel iletişim aracımız olacak. Bu yüzden hepinizi, eğer henüz göz atmamış iseniz, sayfaya bir bakmaya davet ediyorum. Buraya kayıtları, download materyellerini, çokça sayıda okuma parçasını yükleyeceğim, ve aynı zamanda soru sormak için de olanak olacak ve aynı şekilde tartışma gruplarımız da. Lütfen bunları kullanın. Ve lütfen bana geri bildirimde bulunun: Neyin işe yarayıp yaramadığını, başka neler görmek istediğinizi bildirin lütfen.
Burada olmamın sebebini de söylemeliyim. Eğer size sunabileceğim herhangi bir bilgi varsa, bunu Dzongsar Khyentse Rinpoche’ye borçluyum. Bu yüzden hem bu imkanı sağladığı için hem de bana bu dersleri 3 kere öğrettiği için Rinpoche’ye teşekkür ederek başlamak istiyorum. Kendisinden 3 kez 4 yıllık döngüler içinde Fransa, San Francisco ve Avustralya’da dersler aldım, yani eğer bir şey biliyorsam ve her hangi bir şeyi size aktarabiliyorsam, bu sadece kendisinden kaynaklanıyor. Bu yüzden teşekkür ederim Rinpoche. Ve hocamın önünde kulaklıkla bağlanmış olarak eğilmek bir garip görünse de, eğer gözünüzde beni öyle canlandırabiliyorsanız canlandırın; ben de kendi gözümde kendimi öyle canlandırıyorum.
Aynı şekilde öğretinin kendisi Madhyamakavatara’ya da saygılarımı sunmak istiyorum. Bu, en önemli Mahayana öğretilerinden biri olan, Madhyamaka görüşü üzerine harika bir ders, ve eğer dürüst olmak gerekirse, çok uzun bir metin olduğundan, bütünüyle ele almak için aslında çok az vaktimiz var. Rinpoche bu dersleri 4 yıl boyunca verdi ve shedralarda okutulanla karşılaştırıldığında, bunun bile hızlandırılmış olduğunu söyledi. Aynı zamanda bunun temel olduğunu da kabul ediyorum. Gerçekten çok önemli. Ve hepimizin 4 yıl bulup bunu öğrenecek zamanı yok. Bu yüzden, yoğun ve ulaşılabilir bir şey sunmak istiyorum, ve eğer ilgi olursa hem websayfasında soru cevap kısmında daha derine inebilir ve hem de daha sonra daha ileri düzey bir çalışma yapabiliriz.
Anket formunu doldurmuş olanlara da teşekkürler. Belki de sürpriz olmayan bir şekilde, bir çoğunuzun hissettiği gibi, Madhyamaka hem çok zor, hem çok akademik, hem de günlük hayatla bağdaşlaştırılması zor olabilir. Bu bizim için zorlayıcı olabilir çünkü bu öğretinin hem gittiğimiz yolun hem de yaptığımız uygulamaların temeli olduğunu duymuşuzdur. Peki o zaman hem pek uzak hem de oldukça zor görülmesine rağmen, uygulamayı nasıl gerçekleştireceğiz? Bu sebeple hem ulaşılabilir, hem pratik hem de alakalı bir şey sunmak istiyorum. Bunun için, programın ortasındaki haftalarda, metni, mantığını ve argümanlarını ele alacağız. Ama son iki haftada daha çok uygulamaya odaklanacak ve bu dersleri nasıl günlük hayata geçireceğimize bakacağız.
Umarım ki bu durumda hem ulaşılabilir hem de pratik olacak, ama yine de kolay olacağından pek emin değilim. Ve aslında öğretinin kendisinin zorluğu değil sadece söz konusu olan. Rinpoche’nin sık sık söylediği gibi, daha çok alışkanlıklarımızın tersine olması. Benliğimize ve etrafımızdaki fenomenlere karşı bağımlılık konusunda derin alışkanlıklarımız var. Bu nedenle, tüm bu fenomenlerin ve benliğin kendisinin elle tutulur bir gerçekliği olmadığını bize söyleyen bu öğretiyi incelerken, aynı zamanda kabul etmek zor olabilir.
Rasyonel Görüş [t = 0:05:39]
Rinpoche, sık sık kumsalda kumdan kaleler yapıp oynayan bir çocuğun hikayesini anlatır. Çocuk kendini tamamen kendi güzel kalesini inşa etmeye kaptırmışken, gelgit akıntısı kıyıya vurmaya başlar. Sular yükselmeye başlayıp sonra da kaleyi tamamen yıkmaya başlayınca, çocuğun üzüntüsü de gittikçe artar. Tabi biz şimdi bu çocuğun anne babası isek, tüm olayı çok farklı görebiliriz. Biz bunu kumsalda çocuğumuzla kumdan kaleler yapıp, içinde olduğumuz anın farkında olarak keyfini çıkardığımız, ve bu anın geçip gideceğini, geçici olduğunu tamamen bildiğimiz halde, geçirmiş olduğumuz harika bir gün olarak görebiliriz. Ama çocuk için, onun deneyimi böyle değildir. Şimdi, aynı şekilde, diyor Rinpoche, belki hayatlarımızın biraz daha ileriki dönemlerinde, mesela ergenlik yıllarında, kaykayları sevebiliriz. Bu evrede, ilginç olan şey, kum kalelerine olan ilgimizden vazgeçmişizdir, ve şimdi önemli olan kaykaydır. Ve biraz daha zaman geçtikçe, yetişkin olduğumuzda, evlerimiz, kariyerimiz hakkında konuşuruz, bunlarla meşgul oluruz. Daha da sonra, emekliliğe yakın bir dönemde mesela, diyor Rinpoche, ilgimiz dantel masa örtülerine ve tuzluklara kayabilir – bu sanki biraz Ingiliz kır evi gibi geliyor benim kulağıma!
Buradaki nokta, vazgeçmenin (feragat etmek) en azından kısmi olarak doğal olması – yaşlandıkça, hayatın içinden geçerken, vazgeçmenin kendiliğinden doğal olarak gelişen belli kademe ya da çeşitlerinin olması. Ve geri dönüp geçmiş yıllara baktığımızda, şu anda bize herhangi bir etkisi olmayan çocuksu bağlılıklarımızı düşünüp, o zamanlar bunlara nasıl bağlanıp kaldığımızı fark edebiliriz. Bu bağlılıklarımızın asılsızlığını görebiliriz. Geçiciliğini görebiliriz. İnşa ettiğimiz kumdan kalelerin hakiki, asıl bir benliğinin ya da gerçekliğinin olmadığını görebiliriz. Buna (kumdan kalelere) bağlanmayız. Ve bu durum, görüş hakkında düşünmek için rasyonel bir yol olabilir. Rasyonel düzeyde benliğin gerçekte orada olmadığını biliriz. Ve kendinde olduğumuz anlarımızda, duygularımızı takip edip, tepkilerimizi yönetebiliriz; ama yine de çoğumuz zaman zaman üzülebiliriz. Aynı çocuğun kumdan kalesinin yıkıldığında üzülmesi gibi, bizim için de o an önemli bir şeyi kaybettiğimizde ya da önemli bir şeyden koptuğumuzda, yine de üzülürüz. Bu yüzden, rasyonel olmasına rağmen bu durum kolay uygulanabilir olduğu anlamına gelmez.
Rasyonel Görüşün Ötesinde [t = 0:08:36]
Ama burada ele alacağımız bundan daha da fazla bir şey: O da ikisizlik görüşü. Sadece rasyonel olan bir şeyin ötesinde daha çelişkili, belki biraz da garip bir yere gidiyor. Gidişatı belirlemek için bir kaç tane alıntı yapmak istiyorum:
İlk önce Kalp (Gönül) Sutra’dan:
Şekil boşluktur; boşluk da şekil. Boşluk şekilden başka bir şey değildir; şekil de boşluktan başka bir şey değildir. Aynı şekilde, his, algı, oluşum ve bilinç de boşluktur. Böylelikle, Shāripūtra, bütün dharmalar boşlukturlar. Karakteristikler yoktur. Doğum da sona erme de yoktur.
Bunu duyduğun zaman, muhtemelen “Bu da biraz garip” diye düşünebilirsin. “Safsızlık yoktur ve saflık yoktur demek, ne anlama gelir? Doğum yok, sona erme yok?” Bu bizim günlük deneyimlerimizle hiç bir şekilde örtüşmez.
Şimdi başka bir örnek, Zen hikayeleri koleksiyonu olan Mumonkan’dan (無門関, Kapısız Kapı), bir hikaye. Bu hikayenin adı Shuzan’ın Kısa Bambu Çubukları:
Shuzan bambu çubuklarını ileri doğru uzattı ve şöyle dedi: “Eğer bunlara kısa dersen, bunların gerçeğini red etmiş olursun. Eğer bunlara kısa dersen, gerçeğini görmezden gelmiş olursun. Şimdi bunlara ne demek istiyorsun ?”
Son örnek, Vajracchedika Sutra’dan (Elmas Sutra), 21. bölümden:
Subhūti, düşünme ki Tathagata ‘öğretecek bir şeyim var’ diye düşünüyor. Böyle bir şeyi aklına bile getirme. Neden getirme? Eğer kim Tathagata’nın öğretecek bir Dharma’sı var diye düşünür, o zaman Buddha’yı karalamış olur, çünkü o zaman öğretimi anlamamış olur. Subhūti, Dharma’yı öğretirken ortada öğretecek bir Dharma yoktur. Bu Dharma’yı öğretmek demektir.
Öyleyse, tüm bunları nasıl anlamalıyız? Çelişkili, anlamsız belki de irrasyonel gibi duruyor. Ve yine de bir şekilde bir çağrışım var. Önemli bir şeyi ele aldığımızı biliyoruz. Ve bunun şiirsel ya da dokunaklı olduğunu da farz etmesi kolaydır. Ama aslında umuyorum ki sekiz haftanın sonunda, bu alıntılarda ne dendiğini anlayıp, aslında bundan daha da fazlası olduğunu göreceksiniz.
Madhyamaka’yı nasıl incelemeli? [t = 0:11:36]
Zen geleneğinden gelen başka bir hikaye. İsmi, Bir Fincan Çay, ve bir çoğunuz buhikayeyi bilebilir:Nan-in’i, [Meiji döneminde yaşamış bir Zen ustası (1868-1912)], Zen konusunda bilgilenmek isteyen bir üniversite profesörü ziyaret etmiş.
Nan-in çay servisi yapmış.
Ziyaretçisinin fincanını tamamen doldurmuş, sonra da çay koymaya devam etmiş.
Professor bir sure taşan fincanı seyredip en sounda kendini tutamayarak şöyle demiş. “Tamamen doldu. Daha fazlasını almaz!”
“Bu fincan gibi” demiş Nan-in, “Sen de kendi düşünce ve spekülasyonlarınla dolusun. Önce kendi fincanını boşaltmadan sana nasıl öğreteyim?”
İşte bu ünlü başlangıç zihnidir. Ve tabi ki arzumuz, Madhyamaka’yı incelerken de aynı zihinle yaklaşmaktır. Şimdi, daha önce de belirttiğim gibi, zihnimizi zorlayacağı için, bu zor olacaktır. Ve üniversite profesörü olmasak da , özellikle benliğimizle ile görüş söz konusu olduğunda, bizim kendi fincanlarımızın da tamamen dolu olduğunu anlayacağız. Önümüzdeki haftalar boyunca, derslerle haşır neşir olduğunuzda, ne zaman zorladığınızı farketmeniz konusunda sizi özellikle cesaretlendirmek istiyorum. Hani noktalarda özellikle aynı fikirde değilsiniz? Ne zaman dersleri kışkırtıcı buluyorsunuz? Veya nerelerde sıkıldığınızı ya da yorulduğunuzu farkediyorsunuz. Çünkü Freud’un da dediği gibi, can sıkıcılığı da bir konuda, savunmada olduğunuzu gösterebilir.
Daha genel olarak, bu dersleri dinlerken nasıl bir motivasyon ile yaklaşmalıyız? Evet, idealde boş bir kap ile başlamalıyız. Ama geleneksel olarak, örneğin Mükemmel Öğretmenimin Kelimeleri’nde olduğu gibi, üç türlü motivasyon seviyesi vardır. En düşük seviye, dersleri sadece ıstırap korkusu ya da mutluluk arzusu sebebi ile dinlemektir. Orta seviye, kendimiz için nirvanaya ulaşmayı aramaktır. Ve en yüksek motivasyon ise, tüm hisli canlılar için mükemmel aydınlanmayı aramaktır. Bu yüzden sizleri eğer yapabilirseniz, en yüksek motivasyon ile dinlemek konusunda, bu aşamada sadece entellektüel seviyede olsa bile, yüreklendirmek istiyorum. En azından, bu derslere dar bir akademik mentalite ile yaklaşmama konusunda yüreklendirmek istiyorum. Rinpoche’nin de sık sık tekrarladığı gibi, bu PhD yapmakla ilgili bir şey değil. Bu, daha iyi tartışmak ya da argüman üretmek konusuyla da ilgili değil. Bu, görüşü kendi pratiğimizde ve kendi yolumuzda uygulamamız ile ilgili. Ve Rinpoche’nin de dediği gibi, birçok farklı argüman ve bir sürü Budist ve Budist olmayan felsefe okullarından birçok karşı görüşle karşı karşıya kalacağız, ve bu okullar yüzlerce ya da binlerce yıl öncesine dayandıkları için, bu okulların temsil ettikleri eskimiş ya da alakasız gelebilir. Rinpoche’nin bize anlatmak istediği gibi, yine de, onların anlattıklarıyla, kendi düşüncelerinizle örtüşen bir mentalite gibi alakadar olun. Korkunç bir şekilde karşı görüş gibi de gelse, bu görüşleri anlamaya çalışın. Çünkü bunu kendi hayatınızda, kendinize uygulamaya çalışabilirseniz, belki de anlamak konusunda kazanımınız daha fazla olur. Bu yardımcı olur.
Görüşü Gerçekleştirmek [t = 0:15:42]
Eğer websayfasında programın ana hatlarına baktıysanız, farketmiş olabileceğiniz başka bir konu da, 8 hafta boyunca, kökeni yine Zen geleneğine dayanan, On Öküz Ten Bulls (十牛, On Boğa Resimleri), hikayelerini kullandım. Ve bunları sadece görseller ya da şiirleri için beğenmiyorum. Aslında bunlarla çok daha kişisel bir bağım var; çünkü Rinpoche ile tanışmadan önce, hatta herhangi bir hayatta olan Dharma hocası ile tanışmadan önce, bu gençken okuduğum ilk şeylerden biriydi ve bu yüzden kendi kalbimde özel bir yeri vardır. Kalbime beni Dharma’ya götüren bir tohum ektiğine inanıyorum. Ve onuncu öküz çobanı fotoğrafı, pazar yerindeki bilge ile güzelce bitiyor, ki bu bizim de sonunda gideceğimiz yere benziyor – görüşümüzü ele alıp bunu günlük hayatımıza, işimize ve ilişkilerimize nasıl uygulayacağımıza bakmak.
Peki ya hikaye nasıl başlıyor? Kuòān Shīyuǎn (Japonca’da Kakuan olarak biliniyor) tarafından yazılmış on şiirin birincisini okumanızı isterdim. Bunun adı, Boğayı Aramak:
1. Boğayı AramakBu dünyanın otlağında, durmadan uzunca otları aralayıp duruyorum boğayı aramak için,
İsimsiz nehirleri takip ederek, kayboluyorum uzak dağların iç içe geçmiş patikalarında,
Bulamadan boğayı, güçten düşüyorum ve dermansız kalıyorum,
Sadece gece yarısı ormanda öten cırcır böceklerini duyuyorum.
Ve eğer bunu bilirseniz, Kuòān Shīyuǎn’ın her şiir hakkında bir yorum yazdığını da bilirsiniz:
Yorum: Boğa hiç bir zaman kayıp değildi. Aramaya ne gerek vardı? Sadece kendi doğamdan ayrıldığım için onu bulmayı başaramadım. Duyularım karıştığı için, izlerini de kaybediyorum. Evden uzakta, bir çok dört yol ağzı görüyorum ama hangisinin doğru olduğunu bilmiyorum. Hırs ve korku, iyi ve kötü, beni kıskıvrak yakalıyor.
Bu herhalde hepimiz için benzer bir deneyimi yansıtıyordur. Samsara içindeki debelenme. Hakikati arıyoruz, gerçek doğamızı ya da hayattaki amacımızı; yaptığımız her şeyi bize yaptıran ve samsaraya bağlayan ne, anlamaya çalışıyoruz? Ve kendimiz ve diğerleri için özgürleşmeye ulaşmayı becerebilmek için ne yapmamız gerekiyor? Tüm bunlar ne anlama geliyor ve hakikatı nasıl bulacağız soru seti, bizi felsefesinin alanına getiriyor.
Felsefe [t = 0:18:28]
Budist geleneğindeki felsefe hakkında konuşmadan önce, genel olarak felsefe konusunda birkaç şey söylemek istiyorum; çünkü Madhyamaka’nın büyük bir kısmı “Doğru nedir? Gerçek nedir?” sorusunu kapsıyor. Ve sonra tabi ki bunu “Nasıl yaşamalıyız?” için uyarlamaya. Buradaki anlayış şöyle, eğer doğru ya da gerçek olmayan bir temele dayanan bir yaşam tarzı sürdürüyorsanız, muhtemelen başınız bir ara derde girecektir. George Orwell’in ön okumasını yapmış olanlar için bu nokta güzelce işaret ediliyor.
Felsefede hakikatın ne olduğu kavramına epistemoloji denir: Bilgi bilimi, doğrulama, inancın rasyonelliği. Batılı ve Budist bilgi gelenekleri bir şekilde farklıdır, ve Hint ve Budist felsefesinde bu geleneğe geçerli bilme, pramana denir. Tartışmaların bazılarını ele alarak bu konulara daha derinden değineceğiz. Özellikle Dignaga ve Dharmakirti gibi büyük Budist epistomolojistleri anlamaya çalışacağız, ne dediler ve sonradan gelen yorumcular tarafından nasıl değerlendirildiler? Bu temel epistomoloji değerlendirmelerinin bir kısmı ki her ikisi de Hindistan’da bulunan Madhyamaka okullarında birçok farklılıklara yol açmış, Prasangika ve Svatantrika olarak bölünmüş, ve bunun devamında Madhyamaka Tibet’e gittiğinde de, dört okulla Dharmakirti’nin nasıl yorumlanacağı yönünde farklı pozisyonlar almıştır, örnek vermek gerekirse.
Böylelikle burada anlayacağımız üzere büyük bir tarihi unsur bulunmaktadır, ve sonra daha ileride iki hakikat hakkında bir konuşmamız olacak,ve tekrar epistomoloji bu konuşmanın merkezinde olacak. Budizmde genelde algı ve çıkarımı geçerli olarak kabul ederiz, ama algılarımız ne zaman geçerlidir? Ve ne zaman geçersizdirler? Ne zaman gördüğümüze inanırız? Ne düşündüğümüze ne zaman güveniriz ? Değineceğimiz bir çok konu bununla ilgili.
Biraz da Budist ve Batı felsefi geleneklerinin aslında birçok ortak yönü olduğu konusunda konuşmak istiyorum. Eğer imkanınız olursa, önerdiğim ön okumalardan birisi de Bertrand Russell’ın Batı Felsefesi’nin Bir Tarihi’dir( A History of Western Philosophy). Harika bir kitaptır, ve girişinde gerçek ya da bilgi hakkındaki iki ana farklı düşünce tarzından bahseder, Batı geleneğinde en azından. Öncelikle kesin bilgi vardır, Budist geleneğinde “geçerli bilişsellik” ve Batı’da da bilim dediğimiz. İyi bir kanıtımız varsa, gerçeklerimiz de vardır, bir şeyin var olduğunu test edebiliriz. Ve diğer uç noktada, kesin bilginin ötesinde olan dogma vardır. Geleneksel olarak, bu dinin alanı olmuştur ve kanıtla çalışmaz. Ve insanlar sürekli Budizm’in bir din olup olmadığını sorarlar. Budizm bir felsefe midir? Nerede durur? Bazıları hatta bugünlerde, bir bilim midir diye de soruyorlar? Donald Lopez’i okuyanlar için, ilginç bir soru var burada. Budizm bilimsel terminoloji içinde ne kadar ele alınmalıdır?
Bertrand Russell bilim ve dogma arasında gri bir alandan bahseder, bilimin bize cevap sunamadığı büyük bir ‘kimseye ait olmayan bir alan’. Ve onun kendi kelimeleri ile, “ilahiyatçılarının kendinden emin cevaplarının o kadar da ikna edici olmadığı.” Ve sonra klasik felsefi sorularını listeler ve bizimle ilgili olanlardan biri de şöyledir:
Asil olan bir yaşam tarzı var mıdır ve de asil olmayan? Ya da tüm yaşam tarzları sadece nafile midir? Ve eğer asil bir yaşam tarzı varsa, nelerden oluşur? Buna nasıl ulaşabiliriz?
Örnek olarak:
İyi, değer verilmeyi hak etmek için ebedi mi olmalıdır? Yoksa evren dosdoğru ölüme giderken iyiyi aramaya değer mi?
Bilgelik denen bir şey var mıdır, yoksa bu ahmaklığın nihai düzeltilmiş hali midir?
Bunlar klasik sorular. Sevdiğim bir diğeri de Sokrates’ten; bu soru bodhisattva lığı arzu edenlerin özellikle ilgisini çekecektir: “Şehir ve insan için iyi olan nedir?”
Budizm’de Felsefe [t = 0:23:29]
Budist olarak kendimize şu soruları da sorarız. İyi olanı yapmak isteriz. 8 Kısımlı Yol “Asil’dir”, Asil Olanlar için olan Yol. Aynı antik Yunan’da olduğu gibi, asil olmayandan ziyade asil olan tarafta yaşamak isteriz. Aynı şekilde, Mahayana Budistleri olarak arzumuz bodhicittanın arzusudur. Tüm canlılar için hem göreceli hem de nihai faydayı isteriz. Ama iyi nedir? Nasıl bilebiliriz? Ve eğer öğretilen Asil 8 Kısımlı Yol’u düşündüğümüzde, öğretilenin doğru olduğunu nasıl bilebiliriz?
Budizm’de genel felsefi spekulasyonlara ya da metafiziğe girmek istemeyiz. Ama yine de Buddha’nın, metafizik hakkında on soru soran Malunkyaputta ile yaptığı meşhur bir sohbeti vardır. Mesela evren(1) ebedi midir (2) değil midir? Evrenin (3) sonu var mıdır yoksa (4) sonsuz mudur? Can (5) bedende midir yoksa (6) ayrı mıdır? Tathagata (7) ölümden sonra var mıdır (8)yoksa yok mudur, veya (9) ikisi de mi? Veya (10) hiç biri mi (mesela ikisi de var olmakta mıdır ve varolmamakta değil midir?) Ve burada Buddha zehirli bir okla yaralanmış bir adamın hikayesini anlatır, sadece bak spekülasyona girmek istemiyorum demek için. Bunun gibi sorularla uğraşmak istemiyorum. Buddha demiş ki:“Var sayalım ki Malunkyaputta’yı bir adam zehirli bir okla yaralanmış, ve onu arkadaşları ve akrabaları bir cerraha götürmüşler. Var sayalım ki adam şöyle desin: “Beni kimin vurduğunu öğrenene kadar okun çıkarılmasına izin vermeyeceğim; Ksatriya mı (savaşçı kasttan) veya Brahman mı (rahip kasttından) veya Vaisya mı (ticaret ve tarım kastından) yoksa Sudra mı (düşük kasttan); onun ve ailesinin adı ne; uzun mu kısa mı yoksa orta boylu mu; esmer mi, buğday tenli mi yoksa sarışın mı; hangi köy, kasaba ya da şehirden geliyor. Vurulduğum okla ilgili olarak ne tür bir yay, nasıl bir yay teli ve ne tür bir ok, okun ucunda nasıl bir tüy olduğu ve okun ucunun ne tür bir materyalden yapıldığını öğrenene kadar okun çıkarılmasına izin vermeyeceğim.” Malunkyaputta, bu adam bu soruların cevabını bilemeden ölürdü. Aynı şekilde, Malunkyaputta, eğer birisi derse ki “Mübarek kişi, evrenin sonsuz olup olmadığı gibi sorulara cevap verene kadar kutsal bir hayat sürmeyeceğim.” o bu sorulara Tathagata tarafından cevap verilmeden ölürdü”
[MN 63]
Bu yüzden, felsefe üzerine düşündüğümüzde, bizi ne tür soruların spekülasyona girmeden aydınlanmaya götüreceği üzerine odaklanmak gerçekten önemlidir.
Ve Budizm’de de ilgimizin nerede olduğunu biliriz. Dört Asil Gerçeğe dönebiliriz: acı çekmek, acının kaynağı, son bulması, ve yol. Ve özellikle ikinci gerçek, acının kaynağı. Acının kaynağının arzular olduğunu biliriz, ama bu arzuların temeli nedir? Benlik sebebiyle, benliğe olan bağımlılık yüzünden olduğunu biliyoruz; ama bunu gerçekten anlıyor muyuz? Sorgulamamızın özü bu olacak. Ve varacağımız sonuç da benliğe olan bağımlılığın, benlikle ilgili yanlış görüşten kaynaklandığı. Bu benliği yok saymakla ilgili bir şey değil. Bu, eski Hint münzevileri gibi cezalandırmamız gereken gerçek benliğe sahip olmaktan ziyade bu sadece bir hata.
Söylemek isetdiğim diğer bir şey de Rinpoche’nin neden Madhyamaka üzerinde çalışmamız gerektiğini düşünmesi ile ilgili. Dedi ki, pratiğimiz için güvenlik bariyerlerimiz olmalı. Bir kaç sebepten ötürü.
İlk olarak, içten bağlılık harikadır, ilham sahibi olmak, ve uygulamamızdan her zaman ilham almalıyız. Ama Rinpoche diyor ki, duygular gelgeç huyludur. Bir gün harika hissederiz, ama belki bir kaç hafta sonra daha fazla pratik yapacak gibi hissetmeyiz. Hevesimizi (ilhamımızı) kaybederiz. Böyle zamanlarda bizi istikrarlı kılacak bir şeye ihtiyacımız olur. Yoldan çıkmamızı engelleyecek güvenlik bariyerine ihtiyacımız vardır. Görüşe ihtiyacımız vardır.
Ve Rinpoche’nin de dediği gibi, Dharma’nın modern yaşama, Batı’ya tanıştırılmasının ilk evreleri bitti artık. Dharma çok farklı ve karmaşık bir ortamda. Batı’da eşzamanlı eğitim veren bir çok okul var. Ve aynı zamanda Dharma, Batı felsefesine, ve kendine yardım et ve New Age kitaplarına da giriyor. Ve hatta şimdi Batı’da, Dharma’yı tekrar yorumluyor ve laik Budizm’in ne olduğunu da soruyorlar. Modern dünya için Budizm’i update etmemiz gerekiyor mu? Rinpoche’nin dediği gibi, neye güveneceğimizi bilmek çok zor. Otantik bir yolun ne olduğunu nasıl bileceğiz? Tüm bunlar için görüşe ihtiyacımız var.
Görüş [t = 0:28:18]
Şimdi biraz görüş hakkında konuşalım. Bu ilk bölümde görüş nedir ve neden bu kadar önemlidir anlatmak istiyorum. İlk olarak, görüş nedir? Görüş, temelde dünyayı görme tarzı,bir hikaye, zihniyet (mentalite), var sayımların bütünü, perspektiftir. Belki bir teori, belki anlattığımız bir hikaye. Bir kaç tane klasik örnek vardır. Yılana karşı halat. Çizgili bir halatı verde kıvrılmış yatıyor görebiliriz, ama tam bilemeyebiliriz. Belki oda karanlıktır. Ya da loştur. Belki biraz korkabiliriz. Ve belki yanlış yorumlayabiliriz. Görüşümüze göre, gerçekte bir halat olan şeyi, bir yılan olarak yanlış yorumlayabiliriz. Ve bu yanlış görüş sebebi ile, tepki veririz. Duygusallaşırız, belki odadan çığlık çığlığa kaçarız. Ve ancak ışığı açtıktan sonra yanlış olduğumuzu görürüz. Bu bir örnek. Bu durumda, halat olan bir şeyi yılan olarak görüşümüz, davranışımızı da belirler.
Rinpoche’nin sık sık kullandığı diğer bir örnek, güzel görünmek hakkında insanların ne düşündüğü ile ilgilidir. Belki güzellikle ilgili bir dergi okurlar. Belki Vogue okurlar, ve zamanlarını, tüm makaleleri ve görselleri, zihinlerinde güzel olmak ne demektir görüşü yerleşinceye kadar inceleyerek ve üzerinde düşünerek geçirirler. Ve sonra güzellik vizyonlarına uygun bir şekilde tüm faaliyetlerini belirlerler. Yine, bu işleyiş şekli – her şeyin işleyiş şekli – bir görüş ile başlar; bir tanesine sahip olup olmadığımızı bilmesek de. Görüşlere sahibizdir ve eylemlerimiz görüşlerimizden kaynaklanır. Hatta Batı Psikolojisi’nde de, bu düşünce çok tanıdıktır ve psikolojide bilişsel yaklaşımın çoğu bunu temel alır. Freud bile bir buzdağından bahseder. Demiştir ki bir insanı bir buzdağı olarak düşünebilirsin. Yüzeyde gördüğün az bir kısmıdır ki bu bizim dışarıda gördüğümüzdür -davranışlarımız- ama içeride korkunç fazla şey olup bitmektedir ki bir kısmı bilinçli bir kısmı da bilinç dışıdır. Sözlükte görüşün tanımı şöyle:Görüş: Bir şeyi incelemek ya da ele almak için özel bir yol; tutum ya da kanaat (“kuvvetli politik görüşler”).
Eş anlamları: kanı, görüş açısı, görüş noktası, inanç, yargı, düşünce, kavram, sanı, fikir, ikna, tavır, his, seziş, konsept, hipotez, teori.
Budizm’de Görüş [t = 0:31:14]
Yılan ve halat örneği gibi, ve güzellik örneğinde olduğu gibi, göreceli dünyada bir çok görüşümüz vardır. Ama Budistler olarak, bizi asıl ilgilendiren, benlik görüşümüzdür; çünkü biraz önce dediğimiz gibi, samsaranın kökeni de budur. Çünkü benliğimizin gerçek olduğuna dair bir görüşümüz vardır, bir şekilde “doğrudur” da, bir şekilde yaşantılarımızdaki en önemli referans noktasıdır, biz de ‘ben’, ‘benim’ gibi nosyonları, öznelliği ve nesnelliği kurgularız. Ve sonra biz birbirine bağlı oluşumun bağlantısında, umut ve korku içinde yakalanır, ve sonra acı çekeriz. Böylelikle görüşümüz, bu durumda cehalet görüşüdür, – bir benlik olduğunu düşündüğümüz – her şeye yön verir ve davranışlarımızı belirler. Ve en sonunda, geleneğe göre, samsarada yeniden doğuşu da belirler. İşte, kurtulmamız gereken budur.
Daha göreceli bir seviyede, Rinpoche sıklıkla görüşü gerçekleştirmede ilerleyip ilerlemediğimizi nasıl bileceğiz örneğini kullanır. Sekiz Dünyevi Dharma Eight Worldly Dharmas (Sekiz Samsarik Dharma), olarak şunları söyler:• mutluluk için umut / acı çekmekten korkmak,
• ün için umut / önemsizlik korkusu,
• övgü için umut / şuçlanma korkusu,
• kazanmak için umut / kaybetme korkusu.
Temelde, bu bağımlılık ve nefret idir. Bir çoğumuz için, şu anda ekstrem duygular birbirinden çok uzak gibi gözükür. Gerçekten de mutluluğa koşar ve acıdan kaçarız, gerçekten kazanma umudumuz vardır ve kaybetmekten kaçarız. Ve Rinpoche’nin dediği gibi, bu ikisini “dengelemeye” başladığımızda, bu görüşümüzle bütünleştiğimiz, onu içselleştirdiğimizin işaretidir.
Shravakayana ve Theravada’yı da içeren tüm Budist okullarında bulabileceğimiz en temel görüş budur, ama Madhyamaka’da kişinin benlik görüşünün ötesine geçeriz, ama diğer görüşlerin de, fenomenlerle ilgili herhangi bir görüşün de ötesine. Tekrar, görüşlere geri dönersek, güzellik ne demektir? Başarı ne demektir? Hayatta yaptığımız bir çok şeyi yapmak ne demektir? Bu konuda bir çok görüşümüz vardır. Ve anlamak isteriz, göstermek isteriz – göstereceğiz – aynı şekilde fenomenlerle ilgili tüm görüşler de boştur ve temeli yoktur. Şimdi bu onların bizim için gerçek olmadığı anlamına gelmez. Bizi yönlendirmediği anlamına da gelmez, sadece elle tutulur olmadığı anlamına gelir.
Görüşlerimizin Orijini [t = 0:34:23]
Ve kendine bunları nereden öğreniyorum, güzellik anlayışımı nerede öğrendim diye sorabilirsin. Hayatta başarılı olmak nedir fikrini nerede öğrendim? İyi bir arkadaş olmak , ya da ebeveyn olmak, ya da iyi bir oğul olmak ne demek, nerede öğrendim? Bir çoğumuz için, bu görüşlerin geldiği yerler, gerçekten üzerinde hiç düşünmediğimiz yerlerdir, ailemiz, çocukluğumuz, eğitimimiz, toplumumuz, belki de Facebook arkadaşlarımız. Pek analiz etmeyiz. Hatta bu görüşlere sahip olduğumuzu da bilmeyiz; ama bizi etkilerler sonuçta.
Bertrand Russell, demiş ki:
İnsanoğlu serbest spekülasyona muktedir olduğundan beri, eylemleri, sayısız önemli hususta, teorilerilere dayanmıştır, dünya ve insan yaşamı ile alakalı olarak, ne iyi ne kötüdür. Bu söz, geçmişte olduğu kadar günümüz için de geçerlidir. Bir çağı ya da bir ülkeyi anlamak için, onların felsefesini anlamalıyız, ve onların felsefesini anlamak için de biz de bir dereceye kadar filozof olmalıyız. Burada çift taraflı bir neden sonuç ilişkisi var: insanlarım yaşam şartları, felsefelerini belirlemekte önemli rol oynadığı kadar, felsefeleri de yaşam şartlarını da belirliyor.
İnceleyeceğimiz kısmın büyük bir bölümü, görüşümüzün nereden geldiğini anlamak olacak, ve görüşümüzü daha hafifçe (esnekçe) ele almayı öğrenmek. Düşündüğümüz kadar katı olmadığını anlayacağız. Kumdan kaleleri olan çocuğa dönersek, belki de çocuk kalelere ne istediği, nasıl görünmesi gerektiği konusunda daha katı bir görüşle bağlıdır, ama yetişkin olduğumuzda, bu konuya hafiften boş vermeyi öğrenmişizdir.
Çarpık görüşler ve hatalı haritalar [t = 0:36:32]
Aynı şekilde görüşlerimizin nerede bozulduğunu anlamamızı da sağlayacak. Görüşlerimiz nerede hatalı? Haritalarımız neredelerde eksik? 15. ve 16. yüzyıllardaki keşiflerin ilk günlerinden kalma haritalara bakmayı seviyorum. Sık sık bir haritanın köşesinde, haritacının, kaşifin oralarda neler olduğunu bilmediğinde, şöyle yazdığını görürsünüz: “Burada ejderhalar olsun”. Aslında Antik Roma’da, Romalı haritacılar da aynı şeyi yaparlar. Sadece onlar “Burada aslanlar olsun” yazar. Gerçekte ne olup bittiğini anlamadığımız bir şeyle karşılaştığımızda, genelde korktuğumuz düşüncesini seviyorum. Sıksıkla panikleriz. Önümüzdeki haftalarda öğreneceğimiz kısmın büyük bir bölümü, basitçe görüşü yerleştirmek değil, aynı zamanda görüşlerimizin nasıl çarpık, eksik ve yanlış olduğunu anlamak olacak. Gerçekten de, Chandrakirti’nin, Madhyamakavatara’da (Orta Yol’a Giriş) gösterdiği gibi, görüşlerimizin hatalı olduğu tüm yolları ele alıp, sonra eleme prosesi ile doğru görüşü oturtacağız – Orta Yol Görüşü.
Görüş ve Pratik [t = 0:37:36]
Böylelikle şimdi görüş ve pratik ilişkisine geldik. Rinpoche sık sık görüş, meditasyon ve eylem ya da davranış ve bunların birbirleri ile ilişkisi üzerine konuşur. Ve evet, gördüğümüz gibi, görüşümüz eylemlerimizi belirler. Rinpoche’nin dediği gibi, bazılarımız için bu tersten çalışır. Pratiğe başladığımızda, mutlaka görüşle başlamamış olabiliriz; ama pratiğimiz sayesinde fenomenin doğası ve benliklerimizin doğası üzerine kavrayışımız artacak ve sonra pratiğimiz bizi görüşümüze götürecek. Tibet Budizmi’nde, pratik ya da meditasyon için kullanılan kelime gom idir (Wyl: sgom / སྒོམ), ‘tanıtma’ gibi bir anlama gelir. Gerçekte bu ne anlama gelir? Bunu nasıl anlayabiliriz?
Bunun için, bir Harvard profesörü olan ve Harvard Business School’da çalışmış Chris Argyris’in getirtiği bir ayrımı paylaşmak istiyorum. Kendisi inandıklarımızla – ki buna ‘Benimsenen Teori’ dedi – aslında eylemlerimizi yönlendirenlerin, – buna da ‘Kullanılan Teori’ dedi – farklı olduğunu tanımladı. Bir örnek verelim. Mesela diyebiliriz ki, “Sigara içmek kötüdür. İnsanlar sigara içmemelidir. Sigara içmemem gerektiğini düşünüyorum.” Böylelikle bu benim “Benimsenen Teorim” olabilir, ama yine de sigara içiyor olabilirim. Yani, asıl davranışlarım “Kullanılan Teori” ile bağdaşmaz. Kullanılan Teori ile Benimsenen Teori birbirine uymaz. Böylelikle, burada iki farklı görüşten bahsediyoruz. Gerçekleştirmek istediğimiz, amaçladığımız görüş ile yaptıklarımızı yönlendiren mevcut durumdaki görüşümüz.
Ve aynı şey Budizm’de de doğrudur. Yol, pratik, mevcut durumdaki davranışlarımızı yönlendiren görüş ile oluşturacağımız görüş arasındaki arayı kapatmak. Geleneksel olarak ilk önce “görüşü oluşturmak” üzerinde konuşacağız ki bu Argyris’in dilinde Benimsenen Teori olarak ortaya çıkacak. Bu durumda, görüş ikisizliktir – kişinin benliğinin ve fenomenin benliğinin boşluğu. Ama bir çoğumuz için, hatta görüşü oturtmak için uğraştığımız sekiz haftadan sonra bile ve bunun doğru olduğu konusunda kendimizi ikna ettikten sonra bile, bu doğrudur, ustalarımızın söyledikleri mantıklıdır dediğimizde bile, yine de pratik yapmamız gerekecektir. Bu görüş üzerinde, görüş somutlaştırılana, günlük davranışlarımızı teori yönlendirene kadar çalışacağız.
Bilinçli pratik [t = 0:40:49]
Modern Batı Psikolojisi’nde, 10,000 saatlik pratik nosyonunu keşfettik. Bu ustalığa ulaşmak için gereken, bir görüş konusunda ve uygulamada gerçekten içselleştirmek ve ustalığa ulaşmak için gereken şeydir. Buradaki önemli ayrım, mesela, eğer iyi bir tenis oyuncusu olmak istiyorsan, ya da iyi bir satranç oyuncusu ya da iyi bir müzisyen, tüm bu farklı uğraşlardaki elitlere baktığında, hepsinin pratik için çok zaman harcadığını görürsün. Ama temel olan şey, pratiklerinin ‘bilinçli pratik’ olmasıdır, ki bu terim psikolog Anders Ericsson tarafından ortaya konmuştur. Burada ‘bilinçli’ demek tenis kortunda sadece topu ileri geri atarak dalga geçmediğimiz anlamına gelir. Doğru teknikleri kullanarak, hem backhandimizi, hem de forehandimizi çalıştırıyoruz demektir. Nasıl servis atacağımız ya da topa nasıl vuracağımız konusunda doğru görüşü pratik ediyoruzdur. Çünkü sadece pratik uygulama mükemmel yapmaz, mükemmel pratik mükemmel yapar.
Bizim Budizm pratiklerimizde de aynı şey geçerlidir. Bizim için, yapabiliyorsak, pratiğimizi görüş üzerine oturtmayı denemek önemlidir, çünkü eğer görüşe dayandırmadan uygulama yapıyorsak, aynı tenis oyuncusu gibi kortta topu sadece sağa sola atıyoruzdur. Ve bu şekilde oyunu öğrenmek zor olacaktır. Bunun üzerinde düşünüp taşınmak isteyeceğimiz bir konu olabileceğini gözönünde bulundurmanız konusunda sizi cesaretlendirmek istiyorum. Şimdiki mevcut pratiğiniz, dünyadaki eylem ve davranışlarınız hakkında düşünürken, kendinize sorabilirsiniz – Yaptığımı ne yönlendiriyor? Kendi pratiğim konusunda düşünme tarzımı ne yönlendiriyor? Buna nasıl yaklaşıyorum? Gerçekte görüşüm nedir? Kullanılan Teorim ne, ve bu boşluk görüşünden ne kadar farklı? Ve her pratikle beraber, ister sığınma, bodhicitta pratikleri, ngöndro, mindfulness, veya Vajrayana pratikleri olsun – bunların hepsinde, bir şekilde, görüşümüzü boşluk temeline dayandırmalıyız.
Aydınlanma Görüşü Gerçekleştirmektir [t = 0:42:56]
Genel olarak, bu görüşün genel görünüşü. Görüş neden önemli? Çünkü görüşümüz eylemlerimizi yönlendirir, ve sonuçta görüşümüzü değiştirmeden eylemlerimizi değiştirmeyeceğizdir. Görüş her şeyi yönlendirir. Rinpoche de dediği gibi, görüş esastır. Diğer bir deyişle, aydınlanmaya ulaşmak görüşü gerçekleştirmektir der. Başka bir şekilde söylemek gerekirse, Benimsenen Teori ile Kullanılan Teori arasında bir boşluk yoksa – görüşümüz artık tamamen gerçekleştirilmştir. Tamamen içselleştirilmiştir. Bu, pratik anlamda, aydınlanma hakkında konuşmanın diğer bir yoludur. Böylelikle, önümüzdeki 8 hafta boyunca üzerinde konuşacağımız görüş, aydınlanmanın kendisi ile oldukça – doğrudan – alakalıdır.
Ve iyi haber de bir avukatın hukukun bütün detaylarını ya da bir cerrahın anatominin bütün detaylarını öğrenmesinin gerektiği kadar zor değildir. Anlamamız gereken gerçekten tek bir şeydir, o da boşluk ya da ikisizlik görüşü, Orta Yol Görüşü. Ama tabi ki kulağa çok basit gelmesine rağmen, aslında en zor şeydir, çünkü kendi alışkanlıklarımızın ve toplumsal alışkanlıklarımızın tam zıddına gider.
Buddha’nın Öğretilerindeki Görüş [t = 0:44:55]
Eğer Rinpoche’nin ilk kitabını okuduysanız, Sizi Ne Budist Yapmaz What Makes You Not A Buddhist, onun görüşü Dört Mühür Four Seals çerçevesinde ele aldığını bilirsiniz, o da Varoluşun Üç İşareti’nin Three Marks of Existence Mahayana versiyonunda şöyledir: dukkha (tatminsizlik), anicca (geçicilik) ve anatta (benliksizlik). Ve dördüncü mühür de nirvananın, dualitenin (ikilik) veya ikilik prensibine ait sınırlarının ötesinde olduğunu ekler. Bu üç ya da dört mühür, görüşün en basit ifadesidir, ve benliksizliğin işareti ya da mührü üzerine özellikle yoğunlaşacağız ki bu da tüm Budist Okullarının temelinde vardır. Bu sekiz hafta boyunca, bensizlik ne demek bunu inceleyeceğiz. Bunu nasıl anlayabilir ve pratiğimize ve günlük hayatımıza uygulayabiliriz?
Bunun Buddha’nın öğretilerinin dizisine nasıl uyduğunu, Buddha’nın öğrettiği Dharma Çarkı’nın Üç Dönüşü fikri size tanıdık gelebilir:
- İlk Dönüş Deer Park’taydı, shravakalardan oluşan dinleyicilere, and Dört Asil Gerçek ve Tripitaka’nın geri kalanını öğretti.
- İkinci Dönüş Vulture Peak Dağında idi, bodhisattva and arhatlardan oluşan karışık dinleyicilere, boşluk anlattı. Yani Madhyamaka İkinci Dönüş dersiydi, hem Prajñaparamita, hem de Gönül Sutra, ve Nagarjuna’nın derslerini ve Madhyamaka geleneğinin geri kalanını anlattı.
- Üçüncü Dönüş Shravasti ve diğer yerlerde bodhisattvalardan oluşan bir dinleyici kitlesine, Buddha Doğası üzerine şimdi Maitreya geleneği ile ilişkilendirilen dersi verdi.
Boşluk ve Buddha Doğası [t = 0:46:40]
Önümüzdeki haftalarda karşılaşacağımız diğer bir soru da bu Dönüşlerden hangisinin Buddha’nın kesin öğretisi, hangisinin koşullu olduğunu nasıl anlayacağımız. Örnek olarak, Rinpoche’nin de dediği gibi, bazı derslerinde Buddha şöyle şeyler söylüyor “Geçmiş yaşamlarımdan birinde, bir hayvan iken …”, sonra bunu bir hikaye anlatmak için kullanıyor ve geçmiş yaşantısında gerçek bir benliği olduğunu belirtiyor. Bu koşullu bir ders olarak ele alınabilir, çünkü İkinci Dönüşte gerçek bir benliğin olmadığını öğrendik. Şimdi İkinci ve Üçüncü Dönüşler arasındaki boşluk ve Buddha Doğasının arasındaki ilişkiyi anlamak için bir münazara gerekir. Başlangıçta Vajracchedika Sutra’dan (Elmas Sutra) yaptığımız alıntıdaki gibi, Buddha’nın kendisinin bile söylediği gibi, “Buddha yoktur.” Öyleyse tüm bu öğretileri nasıl anlayacağız?
Buddha Doğası ve boşluk ile ilgili soru çok önemlidir çünkü Rinpoche’nin de sık sık söylediği gibi, eğer Buddha’nın Doğası öğretisini doğru anlamazsak, bizim için Hintli evren görüşündeki bir çeşit benlik ya da kozmik ruh ya da can ya da bilinç, Atman’a çok benzeyen bir görüşe kolaylıkla kayabilirz. Ve bu bizim elemek istediğimiz karşıt görüşlerden birisidir. Böylelikle, farklı okulların bu Üç Dönüşü nasıl farklı şekillerde anladığını görüp, buradan ne öğrenebileceğimizi araştıracağız.
Neden Orta Yol deniyor? [t = 0:48:31]
Bazılarınız neden Orta Yol dendiğini merak edebilir. İki farklı şekilde düşünebiliriz. Shravakayana ’dan gelen original anlayış, Buddha’nın dünyevi zevklere düşkünlük ile münzevilik ya da çilekeşlik gibi iki uç arasında Orta Yol dersi verdiğidir. Hayat hikayesinden bilebileceğiniz gibi, aydınlanmadan önce, takip ettiği ilk hocaları (Alara Kalama ve Uddaka Ramaputta da dahil olmak üzere), Hint geleneğinden gelenmünzevi hocalardı. Pratiklerinin büyük bir bölümü, Orta Çağ Hristiyanlığının görüşlerine benzer şekilde, benliği aç bırakarak yok etmeyi amaçlayan, açlık ve uzun meditasyon inzivaları idi. Ve o bu yaklaşımın onu aydınlığa götürmeyeceğini anladı. Yol, bu değildi.
Ve biz hala bu görüşteyiz, ama Madhyamaka’da Orta Yol görüşü, aşırı uç görüşlerden kaçınmak olarak anlaşılır. Aşırı uç görüş nedir? Eternalizm veya nihilizmdir. Bu terimlerin ne anlama geldiğini öğreneceğiz– eternalizm temelde bir şeyin var olduğunu söylemektir, mesela benlik vardır, fenomen vardır, kumdan kale gerçekten vardır – ve nihilizm hiç bir şeyin var olmadığı üzerinedir, hiç bir şey önemli değildir, kimin umurundadır? Rinpoche’nin dediği gibi, bu Fransız varoluşçularının dedikleri olarak bazen yanlış anlaşılabilir. ‘Orta’ dediğimizde, ortanın iyi ve kötü arasında ortalama bir şey olmadığını anlamak önemlidir. Aslında bu uçların tamamen ötesine geçer. Böylelikle Orta Yol üzerinde konuştuğumuzda, bazı günler iyi, bazı günler kötü yaparız, ve yaşantımızda bunların ortalamasını alırız demek değildir. İlk olarak, ‘iyi’ ve ‘kötü’ fikirlerinin ötesine nasıl geçeceğimizi öğrenmektir. Bu ne demektir? Bu nasıl gözükür?
Kendi görüş ve pratiğin için sorumluluk almak [t = 0:50:47]
Biraz da kendimiz için görüşü oturtmamızın önemi hakkında konuşmak istiyorum. Pali suttalarındaki bir çok öğreti, kişinin kendi yolu için bireysel sorumluluk alması fikrini öne sürer. Buddha demiştir ki:İnsan kendine sığınır, başka kime sığınabilir ki?
[Dhp, XII 4] Kendi çalışmanı kendin yapmalısın, çünkü Tathagata’lar sadece yolu öğretir.
[Dhp, XX 4]
Bu aslında insanı aslında sadece kendisinin özgürleştirir anlamına gelmektedir. Kendimizi özgürleştirmeliyiz. Ama bunu yaparken, aynı zamanda güvendiğimiz görüşü anlamamız ve farkındalığımızı da geliştirmemiz gerekir. Eylemlerimiz için olduğu kadar görüşümüz için de bireysel sorumluluk almamız gerekir. Ünlü bir başka sutta daha vardır, Kalama Sutta, Kalama kabilesinden insanlar Buddha’ya sorarlar, “Senin öğretine nasıl güvenelim?” Cevap verir:Kulaktan dolma veya geleneğin ya da rapor edilmiş bilgilerin sizi yönlendirmesine müsaade etmeyin. Ne dinsel metinlerin otoritesi, ne tam mantık veya çıkarım, ne de görünüşe bakarak, ne de spekülatif fikirlerin hazzında, ne de görünüşteki ihtimallere ne de ‘Bizim hocamız budur’ düşüncesine dayanarak. Ama Ey Kalamalar, eğer kendiniz için bazı şeylerin faydalı olmadığını ve yanlış ve kötü olduğunu biliyorsanız, bunlardan vazgeçin, ve eğer bazı şeylerin faydalı ve iyi olduğunu biliyorsanız, bunları kabul edin ve takip edin.
[AN 3.65]
Buradaki fikir Madhyamaka’ya yaklaşımımızın, bazı talimatlar ya da kutsal metinler üzerinden takip etmemiz gereken komutlar seti olmadığıdır. Bu öğretileri test etmemiz ve içselleştirmemiz, özünü kavrayana kadar pratiğe devam etmemiz anlamına gelir. Buddha’dan diğer başka bir ünlü deyiş:Kaderle ilgili herhangi bir kelimemi kabul etmeyin,
Ben dediğim için inanmayın.
Altın alan bir analist gibi davranın, kesen, yakan,
Ve ürününün otantikliğini kontrol eden.
Sadece testi geçeni kabul edin
Yaşamında yararlı ve faydalı olduğunu kanıtlamış olan.
Ve adı Dört İtimat olan başka bir dersinde de şöyle der:Öğretiye itimat et, kişiye değil;
Anlama itimat et, kelimelere değil;
Kesin (daimi) derse itaat et, geçiciye değil;
Bilge zihnine itimat et, basit zihnine değil .
Bu kendimiz için, görüşü anlamak ve içselleştirmek için çok çalışmalı ve bunu arzu etmeliyiz demenin bir başka şeklidir. Çünkü hayatlarımızın içinden günbegün geçerken, veya oturup pratiğimizi yaparken, dersimizi ve okuduğumuz kitapları cevapları bulmak için karıştırmaya devam edemeyiz. Ne yapacağımızı, o anda orada o zaman, bilmemiz gerekir. Ve bunu bilmemiz için, görüşümüzü içselleştirmemiz gerekir. Bunu her zaman yanımızda taşımamız gerekir. Bizim olmalıdır. Başka birinin değil. Duyduğumuz bir şey değil. Sadece okuduğumuz, veya öğretilen bir şey değil. İçselleştirdiğimiz bir görüş. Böylece gerçekten size bu öğretilere ve bu derse bu şekilde yaklaşmanız konusunda destek vermek istiyorum.
Görüşe Bağlanmamak [t = 0:54:22]
Ama aynı zamanda, Buddha bu öğretilere tutunmamamız gerektiğini söylemiştir. Evet onları içselleştirmemiz gerekir, ama onların kendileri de bırakacağımız şeylerdir. Bu konuda şöyle konuşmuştur:Ey bhikkhular , bu kadar saf ve bu kadar açık olan bu görüşü bile, eğer ona takılı kalırsan, eğer onu bağrına basarsan, hazineleştirirsen, eğer ona bağımlı kalırsan, o zaman bu öğretinin karşıya geçmek için olduğunu ve tutunup kalmaman gerektiğini anlamamış olursun.
[MN 22.13]
Madhyamaka öğretileri ile de durum aynıdır. Bu öğretileri karşıya geçmek için ele almak istiyoruz, kendi komplike felsefemizi kurgulamak için değil. Gerçekten de, bu öğretilerin üzerinden geçerken, farkedeceğiz ki metnin bize söylediği bir çok şey, yeni bir şeyler kurgulamak için değil, tersine kafa karışıklığımızı ve yanlış görüşlerimizi dağıtmak düzeltmek için.
Ve bu mantıksallığın kendisine de uygulanabilir. Rinpoche çoğunlukla irrasyonelden rasyonele ve rasyonel ötesi üzerinde konuşur. Evet, irrasyonal inançlara, kafa karışıklığına ve yanlış görüşlere itimat etmek istemeyiz. Ve bu sebeple, Madhyamaka dersinin rasyonelliğini, mantığını ve analizini tüm tereddütlü ve yanlış görüşlerimizi bozguna uğratmak için kullanacağız. Ama bu yaklaşım kendi içinde – mantık ve rasyonellik – nehri aşmak için başka bir sal sadece. Çünkü gittiğimiz yer, Elmas Sutra ve Vajracchedika Sutra’dan ele aldığımız ikisizlik alıntılarında görmüş olduğunuz gibi, rasyonelliğin ötesinde. Düşünmenin ötesinde. Konuşma, sohbet ve dilin ötesinde .
Ve aynı zamanda, irrasyonelliğe geri düşmeyeceğiz. Tersine, aynı yolla diğer tüm dualistik uçların ötesine geçmeyi öğreneceğiz, anlayışın kalbine varmak için, hem irrasyonelliğin hem de rasyonelliğin ötesine geçmeliyiz. Bu seyahat, bu sebeple bazı zamanlarda biraz çelişkili olabilir, çünkü zamanın çoğunu mantık, muhakeme, aksini ispatlama üzerinde geçireceğiz, ve en sonunda da hem irrasyonellik hem de rasyonellik ikisi de ortadan kaybolacak.Iki baloncuğun birleştiği anda, ikisi de kayboldu. Bir nilüfer çiçek açtı.
—Kijo Murakami (1865–1938)
Seyahatin %98’i Pratiktir [t = 0:56:32]
Rinpoche farklı bir şekilde de söyler. Der ki evet, görüş esastır – öğrenmemiz ve oturtmamzı gerekir. Ona ihtiyacımız vardır. O temeldir. Ama sonra der ki kendini kandırma – görüşü oturtmakla hiç bir yere varamazsın. En çok ihtiyacın olan şey pratiktir. Seyahatin %98’i pratiktir. Ama daha once de söylediğimiz gibi, pratik doğru görüşe dayanmak zorundadır, çünkü doğru değilse yolun seni doğru yöne götürmez.
Hepiniz için benim arzum Dharma’yı içselleştirmeyi öğrenebileceğimizdir. Dışsal bir otoriteden – tüm bu öğretilerin dışımızda yaşaması – içsel bir otoriteye sahip olmak, içsel bir Madhyamaka, refere edebileceğimiz ve beraberimizde taşıyacağımız içsel bir ikisizlik. Rinpoche sık sık şu şakayı yapar ve der ki, Buddhizm’de de diğer dinlerde olduğu gibi bazı basit kuralların olması harika olmaz mıydı? Örneğin günde beş kere belli saatlerde dua etmek, vey a sadece çorap giymek, veya hiç fırın patates yememek. Ya da böyle şeyler. Ve evet, tabi ki, böyle kurallarımız olabilir ve bu kurallara uymka kolaydır, ama umarım ki kurala bağlı bir yaklaşımın burada yaptığımız şeyden çok farklı olacağını göreceksiniz. Çünkü görüşümüz bundan çok daha engin. Sadece kurallar dizisi istemiyoruz. Benlik ile ilgili temel bir anlayış istiyoruz, veya tam söylemek gerekirse, tüm eylemlerimize rehber olacak, benliğin nihai varlığının yokluğunu.
Benim gerçekten önümüzdeki sekiz hafta boyunca sizin için olan arzuladığım şey şöyle: görüşü anlamak, onu nasıl pratiğe koyacağınızı anlamak – size yeni pratikler vermek değil, belki mevcut pratikleriniz ile ilgili size yeni bir perspektif vermek. Ve sonra görüşün hayatta nasıl yaşanacağına dair bir his vermek – post-meditasyon, iş, aile, ilişkiler. Ve duygusal bir düzeyde, görüşü nasıl arkadaşımız yaparız? Görüşten nasıl emin olabiliriz ve onu bir eşlikçi, rehber, destek olarak nasıl kullanırız – gerçekten güvenimizi emanet edeceğimiz bir şey? Görüşle içli dışlı olmak. Yaklaşmak istediğim bir başka kısım da bu.
Ve aslında söylemek isterim ki Buddhizm’in Batı’da yanlış anlaşılmış olmasının bir sebebi de insanların görüş ile yakınlaşmamış olmaları olabilir. Onu korkutucu buluyorlar. Ejderha olarak görüyorlar. Ve sonuç olarak, bir çok ders dinliyoruz ki bu derslerde yavaşça yürüyorlar ve kibarca konuşuyorlar ve farkındalıkları var – yine de bu pratikler görüşe dayanmıyor.
Şimdilik teşekkür ediyorum. Bu ders websayfasında yayınlanacak, ve oraya anonslar ve diğer her şeyle ilgili olarak göz atmanızı öneriyorum, ve gelecek hafta da Chandrakirti’nin Madhyamakavatara’sının (Orta Yola Giriş) ilk beş bölümünü ele alacağız. İmkanınız varsa önden okumanızı tavsiye ederim, ve haftaya görüşmek üzere.
© Alex Li Trisoglio 2017